Pages

14 Kasım 2011 Pazartesi

Türkiye’de vegan olmak yalnızlıktır

(Geçen ay Yeşilist için yazdığım yazıyı aşağıda paylaşıyorum.)

http://blog.yesilist.com/turkiyede-vegan-olmak-yalnizliktir/

Yaşam tarzı olarak vegan olmayı seçtiyseniz, üç farklı tepkiyle karşılaşırsınız. Birinci gruptakiler, bu kelimeyi daha önce hiç duymamış olanlardır. “O ne demek?” diye hayretle bakarlar yüzünüze. Gencinden yaşlısına hemen her ülkeden insanın gösterebileceği tepkilerden birisi bu.

Daha çok “vejetaryen” kavramına alışkın olduklarından, ikisini aynı sanan da olur. Vejetaryenlerin sadece et yemediğini; veganların ise, hayvansal hiçbir ürünü yemediğini ve bununla kalmayıp hayvanlardan elde edilen veya üzerlerinde denenen hiçbir ürünü de giymeyip kullanmadıklarını söylersiniz.

Hemen ardından “Neden?! Hadi eti anlıyorum ama mesela neden süt içmiyorsun?” şeklindeki ikinci soru gelir. “Bu bir düşünsel/felsefi eğilimin gereği olarak oluşan yaşam tarzıdır. Hayvanları insanların ihtiyaçları için yaratılan birer meta olarak değerlendiren görüşü reddediyorum. Sonuçta hayvanın kendi yavrusuna vermesi gereken süte el koyuluyor. Fabrikasyon üretimde mutlaka hayvana zulüm söz konusu” dersiniz. Kimisi sessiz kalır, kimisi “Çok garipmiş” der.

Bununla kalsa iyi. İkinci gruptakiler, daha sert tepki verenlerdir. Veganizm hakkında bir şeyler duymuşlardır ama tam bilgileri olmasa da şiddetle karşı gelirler. “Bu yanlış! Et yemek doğaldır. B12 vitaminini nereden karşılayacaksınız? Böyle gereksiz şeyler de moda oluyor!” deyip çıkarlar. Araştırmalarla ortaya konan gerçeklerden, ilk insanların vejetaryen olduğundan, bilinçli bir beslenmeyle B12 konusunda önlem alınabileceğinden söz edersiniz ama boşunadır; o sizi “garip bir yaratık, bir uzaylı” olarak değerlendirmiştir kafasında...

Sayıları az olsa da, “Çok zor olsa gerek. Saygı duyuyorum” diyen bir üçüncü grup da var. Türkiye de her üç insan tipiyle de karşılaşmak olanaklı. Bana göre vegan olmanın en zor yanı, bir topluma girdiğinizde bu tercihinizin nedenini açıklamak zorunda kalmanız. Ben bundan kaçınmak amacıyla, “Neden vegansın?” dendiğinde, konuşmanın uzamaması için kısaca “Etik nedenlerle” diyorum. Çünkü ben kendi argümanlarımı açıklamaya başlarsam, ister istemez karşımdakini tercihinden dolayı yargılıyormuşum duygusuna kapılıyorum ve bunu yapmak istemiyorum.

Elbette bana göre ideal bir dünyada herkes vegan olurdu. Ama içinde yaşadığımız dünya birçok açıdan berbat durumda; ideal olmaktan çok uzak. O nedenle her fırsatta hayvan haklarını savunsam da, benim kendi yaşam tarzımı başkalarına dayatma gibi bir tavrım olamaz. Herkesin yaşayacağı tek bir hayatı var ve onu kendi düşünceleri, duyguları, vicdanı doğrultusunda kurgulayacaktır.

Sık sık “Yabancı bir ülkede vegan olmakla Türkiye’de vegan olmak arasında ne fark var?” sorusuyla da karşılaşırım. Ben hayatımın bir dönemini New York’ta yaşadım. “Vegan Cenneti” derim ben oraya. Çünkü çok sayıda vegan restoranı, doğal ürünler satan mağazaları ve bu konuda bilinçli bir halkı olduğu için, orada kendimi daha iyi hissederim.

Ama Türkiye’de yaşayan bir vegansanız, azınlık olmanın ne demek olduğunu iyi tecrübe edebilirsiniz. İstanbul gibi dünyanın en büyük metropol kentlerinden birinde vegan restoranı yok. Geçenlerde bir dergi, anket tarzı bir röportaj yaptı benimle. “Bu yıl en çok hangi restoranda yediniz?” diye sordular. En çok evde yemek yedim ben. Sokaktayken karnım acıktığında yemek yiyebileceğim restoran sayısı çok az. Yemeklerin içine mutlaka hayvansal bir ürün katılıyor ya da garsonlar bu konuda çok bilgisiz olduğu için sağlıklı bilgi veremiyor.

Kısa bir süre önce başıma şöyle bir olay geldi. Sağlıklı ve hafif yemekler sunduğunu söyleyen bir restorana gittim. Menüde benim yiyebileceğim bir şey olmadığı için, garsona, salatayı keçi peyniri olmadan yapabilirler mi diye sordum. “O şekliyle tavsiye ederim!” dedi. “Hayvansal ürün yemiyorum” diye yanıtlayınca, “Ama o peynir üç ay bekletiliyor” dedi. İnsanların bu konudaki bilgisizliğine iyi bir örnekti. Bir keresinde de restoran sahibi kadın, “Sen buraya sık gel; ben seni iyileştiririm” dedi üzüntüyle. Benim hasta olduğuma karar vermişti...

Bir veganın yaşayabileceği en büyük sorun, aslında yemek değil; üzerinde deri olmayan ayakkabı bulmak. Bir ayakkabı beğenir, umutsuzca tezgahtara yaklaşırsınız ve aranızda şu konuşma geçer:

Vegan: Bu deriden mi yapılmış?

Tezgahtar: Evet, elbette! Hem de kanguru derisi!

Vegan: Ben deri olmayan ayakkabı arıyorum. Var mı sizde?

Tezgahtar: Bizde her şey hakiki deri. Neden deri istemiyorsunuz ki?

Vegan: Ben veganım, hayvansal ürün kullanmıyorum.

Tezgahtar: O ne? Bir hastalık mı, alerji filan mı var?

Vegan: İyi günler...

Bu örneklerin de ortaya koyduğu gibi, Türkiye’de veganlık dolayısıyla değil, daha çok insanların bu konudaki bilgisizliğinden sıkıntı çekiyorum. Bir şekilde yiyecek buluyorsunuz ama bu tercihim nedeniyle yargılanmak üzücü oluyor. Ben yanımdaki insanların tercihine karışmazken, onlar sürekli benim neden onlar gibi olmadığımı sorguluyor. Bu yüzden yemeklere davet edilmiyor, dışlanıyorsunuz. Hep yalnız geziyor, hep yalnız yiyorsunuz.

Yalnızlıktan sıkılan bir insan olmadığımdan benim için sorun yok. Ama “Türkiye’de vegan olmak” üzerine bir yazı yazıyorsam, bunu belirtmek durumundayım. Şiddeti ve zulmü tümüyle hayatından çıkarmak isteyen; hayvanların yaşam hakkına saygı duyan ve bu nedenle de uçan, koşan, yürüyen, yüzen, gözleri ve bir annesi olan hiçbir canlıyı yemem diyen barışçıl bir insan olsanız da, genel tercihin dışındaysanız, yalnız kalırsınız.

“Acaba Türkiye’deki tek vegan ben miyim?” diye düşündüğüm çok olmuştur. Bu gibi durumlarda çok önemli bir soruyu kendinize sorup tercihinizi tekrar net şekilde ortaya koyarsanız, yalnızlığı da aşarsınız: “Yalnızlık mı, vicdan huzursuzluğu mu?”

Zülal Kalkandelen